Bu, ABD Deniz Piyadeleri Yarbayı Gareth Brandl’in, Irak’ta Felluce’ye, saldırı öncesi askeri birliklerine yaptığı konuşmadan bir alıntı. Muhtemelen bu söz, saldırıya dakikalar kala Kruvazör gemi üzerinde komutanlarını dinleyen tam donanımlı Amerikan askerlerini ikna eden en önemli sözdü. Yarbayın, Hıristiyan teolojisinden esinlendiği dini cümleleri duyan askerler, savaşın diğer stratejik ve reel-politik gerekçelerini önemsemediler bile.
“İrtica küfrün takiyyesidir demiştik. Paralel de münafıkların takiyyesidir, hiç tereddüt etmeden söyleyebilirsiniz, vesselam.”
ABD Pensilvanya eyaletinde, Fethullah Gülen’in, salonu dolduran cemaate yaptığı ve Herkul. org adlı sitede kamuoyuna duyurulan vaazının (21.12.2014) son cümlesi bu. İslam felsefesinin en hassas kavramlarından oluşan vaazın, vahiy jeopolitiğini cemaat jeopolitiği ile özdeşleştiren bu son cümlesi, muhtemelen, yıpratıcı gelişmelerin stresi altında, Mehdilerinin gözlerinin içine bakan şakirtleri ikna eden en önemli sözdü. Zaten cemaat, vaizden, bu tarz din esaslı sözler bekliyordu.
Benzer biçimde bugün, Irak’ın göbeğinde IŞİD de, bayrak olarak, Hz. Peygamber aleyhi selamın mührünü kullanmakta. IŞİD’in logosu; İslam’a davet amacıyla, Peygamber’in, imparatorluklara ve toplum liderlerine gönderdiği mektuplarda kullandığı mührün aynısıdır. Musul’dan ya da diğer ülkelerden gelerek IŞİD’e katılan, “yaralı, genç-ergen bir Müslüman bilinci” bundan daha iyi ikna eden başka bir şey olamaz. Göklerde dalgalanan Livayı Muhammed ve livayı Tevhit bayrağı altında cihat edip gülümseyerek şahadet mertebesine ulaşma heyecanı, IŞİD’e dair diğer karmaşık jeo-stratejik gerçekleri görmezden gelir.
Aynı zaman aralıklarında Afrika’da Nijerya’nın Gwoza kentinde, Hilafet ilan eden Boko Haram örgütü lideri, yayınladığı videoda; “Allah bize Gwoza’da şeriat ile hükmetmemizi istiyor” diyor ve ekliyor: “Sadece Gwoza’da değil dünyanın her tarafında.”
Pakistan’ın Peşaver bölgesinde, 135 öğrencinin ölümüne neden olan ve telefonla saldırıyı gerçekleştirenlerin kendilerini de patlatması emrini veren – ki bu İslam değil bir Rus geleneğidir- yeni Taliban örgütlenmesi de, dini argümanlardan oluşan bir dünya tahayyülü kuruyor, Tevhit bayrağı önünde fotoğraf vererek eylemlerinin meşruiyet gerekçelerini anlatıyorlar.
Müslüman toplulukların yaşadığı bölgelerde, haram, helal, farz, tevhit, şirk, iman, küfür, şeytan, melek, firavun, Karun, belam, halife, mehdi, mesih, müslüman, kâfir, münafık, mürtet, şeriat, dar’ul harp, cizye, tebliğ, kısas, Allah’ın hükmüyle hükmetmek gibi kavramlar etrafında kurulan bir dünyadan çıkış yok!
Kendine bir avuç kurtarılmış bölge bulan, anında, ne-nedir kim-kimdir demeden Hilafet ilan ediyor, o kişi tüm dünya Müslümanlarının lideri olduğuna inanıyor ve yetki sahibi olarak şeriat hükümlerini bizzat uyguluyor. Söz konusu, kurtarılmış bir avuç toprak, İslam devleti; geri kalan yeryüzü ise, küfür toprakları oluyor. Kâfir bölgelere karşı uygulanacak fıkıh hükmü ise bellidir: Ya tebliğe cevap verip iman ederler, ya cizye (vergi) verirler ya da kafaları kesilerek öldürülürler!
Beri taraftan iki elin parmakları kadar cemaat bulan din adamları, anında, Mehdiliğini ilan ediyor. İnsanlığı kurtarıyor. Ve insanları, kendilerine göre; Mehdiyet’e yetişen bahtiyar müminler ile Mehdiyet’le şereflenemeyen bedbahtlar olarak ikiye ayırıyorlar. ‘Mutlak kurtuluş ve felaha ermenin’ önündeki tüm engelleri kaldırmak ve bunun için her yolu denemek ve başına gelen her şeye katlanmak onlara ‘farz’ oluyor.
İnsanların izleyip şaşkınlıklarını gizleyemedikleri, kesin inançlılık, kesin itaat, büyük imtihanlara ve her çeşit eziyete karşı “mutlak direncin” öyküsü budur.
Onları, ne dünyanın en güçlü pozitivist savunusu etkiler ne de akıl almaz baskılar ve işkenceler yoldan alıkoyar.
Oysa gerçek mümin; insandır, hem etkilenir, hem sarsılır, onların ki ise inanç (özgürleşme) değil “köleliktir.”
Mitoloji, mehdiyet, inanç, apokaliptizm ve ütopyalar üzerinden bir dünya sistemi kurgulamak insanlık tarihine ait genel bir uygulamadır. Bu bir yaşam biçimidir, Müslümanlar arasında olduğu gibi her toplum ve coğrafyada görülür.
Çin, Hint, Pers, Slav; Afrika, Avrupa ve Amerika; Budizm, zerdüştlük, Hristiyanlık, Yahudilik gibi her millet, bölge ve inanışta bu ütopya sosyolojisi yaşanır.
Hatta, Norman Chon’dan, Kara Ayin kitabının yazarı Jhon Gray’a kadar, bir dizi aydının analiz ettiği gibi modern disiplinlerde de, bu tarz ‘dini kodlar’ görülür. Dini ütopyalar; ruh göçüyle, Marksizm, Nazizm ve hatta Liberalizm gibi seküler ideolojilere yerleşmiştir.
Bu olgu, Paganizm’in zaferidir!
Komünizm’in ve Liberalizmin, nice gri alanını; rafine Paganizm’in ve muharref dinlerin inanç kodlarının doldurduğunu ibretle izleyebilirsiniz.
Bu nedenle eğer; bayrak, arma, logo, totem, sembol, ikon, kişiler, üstat, aziz, imam, dede, şeyh, lahit, kabir, ırk, soy-sop, aşiret, dil, tarih, kılık-kıyafet, saç-sakal, ideoloji, devlet, millet, coğrafya gibi insan ve medeniyet değerleri fetişleştiriliyor ve kutsallaştırılıyorsa, bu, insanlık tarihi kadar eski olan, putperestliğe işaret eder. Bu Neo-Paganizm’dir. Bir yönüyle, Neo-Paganizm kendini İslam’ın içine klonlayabilen modern paganizmin adıdır.
Günümüzde, İslam coğrafyası, ‘şamanist’ din adamları, totemik semboller ve metafizik doktrinlerin kölesi olmuş durumda. Bu nedenle, bugün, Müslüman toplumların en büyük sorunu, “özgürleşmek” (Tevhit) olarak teşhis edilmelidir.
Müslüman toplumlarında görülen kırılmaların, birinci dereceden sorumlusu dışarıdan nasıl Batı Kolonyalizm’i ise; neo-Paganizm’e tutsak düşmelerinin nedeni de içeriden hurafeci din adamları ve ütopyacı cemaatlerinin sapkın ruh halleridir. Onlar, bu tavır ve davranışlarıyla, bonzai şebekesi, satıcısı ve kullanıcısı metaforunu çağrıştırıyorlar. Bir bonzai kullanıcısının, beş katlı binanın çatısına çıkıp, gülümseyerek havuza atlar gibi balıklama tekniğiyle kendini aşağı bırakmasını ve sonunda yere kafa üstü çakıldığını gösteren amatör youtube videosu bu anlamda derin anlamlar içeriyor.
On yıllardır, modern hayatla iç içe yaşama kabiliyeti olduğuna imrenilen ve beyaz bir İslam-Batı korelasyonu iddiasında bulunan “Hizmet” yapılanmasının koca koca adamlarının ‘paçalarından dökülen’ Paganizm’e bakar mısınız?
Görüldü ki onlar, kendi içlerinde yeni bir Medine devletini kurdular. Ayetler kendilerine yeniden iniyormuş gibi davrandılar. Hocalarını ve Ağabeylerini, günlük sıcak olaylara vahiyle müdahale eden Elçiler gibi gördüler. Hizmet’e gönül veren müminler, nankör kâfirler ve münafıklar olarak üç kategorili Medine sosyolojisini Türkiye toplumuna uyarladılar. Bu hayretler veren ironiyi anlatmaya gücümüz yetmiyor:
Vaiz’in cesaretine bir kez daha bakın:
“İrtica küfrün takiyyesidir demiştik, Paralel ise münafıkların takiyyesidir, bunu hiç tereddüt etmeden söyleyebilirsiniz.”
Gelinen noktada; İslam ve Müslüman coğrafyalara dair büyük bir muhasebe ihtiyacı iyiden iyiye kendini gösteriyor.
Kişiler ve yapılar, devasa İslami mirası kendi ihtiyaçları ve çıkarları için kullanmamalı. Kimse İslami değerleri kendi mülkü olarak görmemeli. Müslüman topluluklar, Tevhit Kasapçılık, Cihad konfeksiyon, İslam bankası, İslami hareket, Müslüman kardeşler, İslam devleti gibi indi ve keyfi uygulamalardan uzak durmalı.
İslam’ın referans değerleri, sembolleri ve terminolojisi kendi özgün dönemi ve anlatımı haricinde sınıfsal ve tarafgir ortamların enstrümanı yapılmamalı.
Bir tutam sakal bırakan, ezberinden ayet-hadis okuyan, etrafına bir avuç mürit toplayan her din adamına İslam’ın mübelliği payesi verilmemeli. Örgütlenmelerinin başına İslam sıfatı getirerek tutunmaya çalışan yapılar, değer törpüleyen bu davranışlarından vazgeçmeliler.
İcma-i Ümmet esaslı İslami otorite ve referans merkezi yokluğu nedeniyle oluşan ölümcül boşluk, benzer problemler üretmeye devam edecektir.
Bu bağlam, sonuç itibariyle artık bir vicdan muhasebesi konusudur.
Ömer Altaş